Geçmişten geleceğe…
Tarihin içinde, tarihin önemli bir yapısı Kapalıçarşı…
Kapalıçarşı demek tarih demek.
Tarihin içindeki en önemli sayfa demek.
563 yılın günümüze yansımasını, en etkili ve canlı bir şekilde izlediğimiz, analiz edebildiğimiz yer Kapalıçarşı’dır. Birçok tarihçinin incelediği, yaşadığı süreci analiz ettiği ve her birinin hayranlıkla bahsettiği Kapalıçarşı günümüzde de etkisini, varlığını hissettirmekte, yaşatmakta ve yaşamaktadır.
Prof. Dr. Önder Küçükerman’ın saptamalarına göre Topkapı Sarayı imparatorluğun beyni, Kapalıçarşı ise ekonominin kalbi olmuştur. 19. yüzyılın başında Haliç’in öbür yakasına Galata’ya, bankalar ve bankerler yerleşmeye başlayınca imparatorluk ekonomisinin kalbi de orada atmaya başlamış ve daha sonra da beyin, yani saray da o yakaya geçerek kendisine Dolmabahçe, Yıldız ve Çırağan’ı mekan tutmuştur. Meşrutiyet Dönemi’ne kadar lonca sisteminin işlerliğini koruduğu Kapalıçarşı’da, her türlü meslek usta-çırak ilişkisi ile operatif olarak öğrenilir ve yürütülürdü. Meşrutiyet’ten sonra, değişen koşullar nedeniyle lonca sistemi bozuldu ve ticaret zamanın koşullarına göre yapılanmaya başladı. Bedesten ve Çarşı, 4. Mehmet zamanındaki 20 Kasım 1651 tarihli yangından başlayarak, 26 Kasım 1954 tarihindeki yangına kadar 20’yi aşkın deprem ve yangın felaketine maruz kalmış, 1894 depreminden sonra yapılan tadilatlarla bugünkü halini almıştır. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’deki anlatımına göre 17. yüzyılın ortalarında Kapalıçarşı’da 4399 dükkan, 2195 oda, 497 tane dolap denilen küçük dükkan, iki lokanta, on iki hazine dairesi, bir cami, on mescit, bir hamam, 19 çeşme, sekiz tulumbalı kuyu, 24 han, bir mektep ve bir türbe vardı. Bugün dükkan ve han sayısının o zamandan daha az oluşunun sebebi daha önce Çarşı içinde bulunan Sarnıçlı Han, Paçavracı Han, Alipaşa Cami Han, Yolgeçen Han, Tığcılar Sokak, Örücüler Sokak ve Çadırcılar Caddesi gibi bazı han ve sokakların 1894 depreminden sonra başlayan ve 1898 yılında biten tadilat esnasında Çarşı’nın dışında bırakılmış olmasıdır. Kapalıçarşı İmparatorluk Devri’nde, ülkedeki diğer kapalı çarşılardan ayrılması için, bugünkü Grand Bazaar ifadesi gibi Çarşu-ı Kebir, yani Büyük Çarşı olarak anılırdı. Üç dört kuşaktan beri çarşımızda esnaflık yapan ailelerin ellerindeki Osmanlı Devri tapularında bu kayıt mevcuttur.
Kapalıçarşı’nın cadde ve sokakları o zaman aynı işi yapan insanların toplandığı yerler olduğu için Kalpakçılar, Kuyumcular, Aynacılar, Fesçiler, Yağlıkçılar gibi iş kollarına göre isim almıştır. Kapalıçarşı her devirde yabancı seyyahların kitaplarında ve yabancı ressamların tablolarında bir masal dünyası gibi yaşatılmıştır.
Semavi Eyice Kapalıçarşı’yı; “Büyük Çarşı, Çârşû’yı Kebîr veya halk arasında Kapalıçarşı olarak adlandırılan çarşı, tek kitle halinde ve aynı zamanda kurulmuş olmayıp iki bedestenin etrafında hanların yoğunlaşması ve bunların arasındaki sokakların üstlerinin zaman içinde tonozlarla örtülerek dükkanların kagire dönüştürülmesi sonucu oluşmuştur. Belirli girişlerin kapılarla korunması ve emniyete alınması da tek kitle halinde büyük bir kapalı çarşının meydana gelmesine yol açmıştır. Bu sebeple Türk halkı burayı genellikle Kapalıçarşı olarak adlandırırken, yabancılar Büyük Çarşı (Grand Bazar, Great Bazaar, Grossbazar) adını kullanmayı tercih ederler” diyerek anlatmıştır.
Kapalıçarşı konuşabilseydi neler söylerdi demiş Önder Küçükerman. Gerçekten de bugün Kapalıçarşı konuşabilseydi herhalde kendisini tek cümleyle şöyle anlatırdı: “Ben 563 yıldan beri aynı yerde aynı işi yaparım. Büyük ustalığımın büyük sırları vardır.”
Önder Küçükerman “Bugünkü Kapalıçarşı’nın yüzlerce yıllık büyük kapıları aslında çok değerli bir birikimi korur. Bu kapılardan girerken bildiğiniz ölçü ve değerleri dışarıda bırakın. Dışarıda günlük yaşamda kullandığınız ölçülerle, içerideki ustalığın sırrını çözemezsiniz. İçerideki ölçüler bambaşkadır” diyerek Kapalıçarşı’yla ilgili fikirlerini dile getirir.
Edebiyatta Kapalıçarşı…
Türk edebiyat dünyasının en bilindik isimlerinden; Ahmet Rasim, Mina Urgan, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Kemal Tahir, Edip Cansever, Orhan Pamuk, Orhan Veli, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Mithat Cemal Kuntay, Refik Halid; bazı eserlerinde, şiirlerinde Kapalıçarşı’dan bahsetmişlerdir.
Bazen Orhan Veli’nin Kapalı Kutu’su bazen de Kemal Tahir’in Yol Ayrımı’nda “Cevahir Bedesteni’nde tek dolabı olanlar bile gelirleriyle refah içinde yaşayan bahtiyarlardan sayılırmış. “Keşke üç hânım, bir hamamım, beş konağım, dört tarlam bulunacağına bedestende iki dolabın sahibi olsaydım!” diyenler çokmuş, çünkü han yolcusuz, hamam müşterisiz, konaklar boş, tarlalar yüzüstü kalabilirmiş, fakat dolabın kiracıları her zaman hazırmış.” dediği yerdir. Öyleki hayatının otuz yılını Kapalıçarşı’da geçiren Edip Cansever ise Kapalıçarşı müdavimlerine hayranlıkla baktığını, bunlar arasında Cihat Burak gibi tanıdıklarının da bulunduğunu söyledikten sonra, “Kapalıçarşı’yı onlardan öğrenmek isterdim,” diyor “yani dolaylı yoldan kendimi”. Sezai Karakoç ise “Kapalıçarşı içinde kapalı rüya çarşıları” mısrası birden Kapalıçarşı’nın sınırlarını sonsuzluk ölçeğinde genişleterek onu kapalı bir mekan olmaktan kurtarır.
Şiirlerde, hikayelerde, romanlardab o kadar çok işlenmiş olmasına rağmen günümüz edebiyatında hak ettiği yerden uzaktadır. Modern edebiyat, Kapalıçarşı yoksunudur diyebiliriz.